Plajda Şezlong Terörü: Sahiller Halkın Mı, Rantçıların Mı?
Yaz geldi. Güneş açtı, deniz ısındı, şehirler boşaldı.

Taner Şahin
-Yaz geldi. Güneş açtı, deniz ısındı, şehirler boşaldı. Yani olması gereken oldu: Türkiye’nin dört bir yanındaki sahiller halkla dolup taşmaya başladı. Ancak yıllardır süregelen bir yaz kabusu da hortladı: Şezlong-şemsiye-büfe üçgenine sıkışmış, ticarete kurban edilmiş sahillerimiz…
Geçtiğimiz günlerde Alanya’da yaşanan ve sosyal medyaya yansıyan görüntülerde, halk plajında kendi havlusunu sererek güneşlenmek isteyen bir turistin, bir işletme çalışanı tarafından darp edildiği iddia edildi. Olay kısa sürede ülke gündemine oturdu. Ama bu münferit bir olay değil. Bu, yıllardır görmezden gelinen, “idare ediliyor” sanılan, ama artık iyice çığırından çıkmış bir sistem sorunu.
Plajlar Ne Zaman Ticarileşti?
Anayasa’nın 43. maddesi açık: “Deniz kıyıları, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır; kıyılar, herkesin eşit ve serbest kullanımına açıktır.” Yani bu ülkenin her vatandaşı, hiçbir ücret ödemeden, hiçbir işletmeden izin almadan denize girebilmelidir.
Peki şimdi gelin gerçeklere bakalım:
- Sahile havlu serdiğinizde hemen biri yanınıza yaklaşıyor: “Burası işletmenin alanı.”
- Şezlong kullanmayacaksanız bile size süpürür gibi bakan görevliler…
- “Sadece denize gireceğim” deseniz bile, karşılığında alaycı bakışlar, kimi zaman hakaretler, kimi zaman tehditler…
- Ve artık darp vakaları!
Bir Avuç Rantçı, Bir Milletin Kıyı Hakkını Gasp Ediyor
Alanya’da yaşanan olay, buzdağının görünen yüzüdür. Antalya’dan İzmir’e, Bodrum’dan Marmaris’e kadar aynı hikâye. Belediyelerin ya da kamu kurumlarının “ihale” ile verdikleri sahil işletmeleri, artık kendilerini plajların sahibi gibi görüyor. Halkın, turistin, yerlinin, öğrencinin, işçinin denizle bağını koparıyorlar. Gölgeyi, kumu, deniz kokusunu tekelleştiriyorlar.
Ve bu noktada, her yaz başında dillendirilen ama hiçbir zaman gerçek anlamda çözülmeyen şu soru geliyor akıllara:
Sahiller halka mı ait, yoksa ihale baronlarına mı?
Belediyeler, Valilikler, Bakanlıklar Nerede?
Her olaydan sonra aynı cümleleri duyuyoruz:
“İnceleme başlatıldı.”
“Gereken yapılacaktır.”
“Olayın takipçisiyiz.”
Hayır! Artık bu laflar kimseyi ikna etmiyor. Sadece Alanya’daki olayın değil, sahillerdeki tüm uygulamaların denetlenmesi ve düzenlenmesi gerekiyor. Bu, yerel yönetimlerin ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın sorumluluğudur. Plajda darp edilen turist, bu ülkenin turizm imajına atılan kara lekedir. Ve bu lekeyi sadece bir kişi değil, sistemin çürümüşlüğü yaratmıştır.
Turistten Para Kazanacağız Diye Onu Darp Mı Edeceğiz?
Türkiye’nin en büyük gelir kalemlerinden biri turizmdir. Ama bu gelir, sadece otellerle, turlar ve uçak biletleriyle değil; güler yüzle, misafirperverlikle, özgürlükle mümkündür. Şezlonga oturmadı diye turiste baskı uygulamak, bırakın ekonomik bir akıl yürütmeyi, insani vicdana da aykırıdır. Bugün bu tacizi gören turist, ertesi yıl neden geri gelsin?
Halkın Sahilleri Halkındır!
Plajda bir havlu sermek, bu ülkede hâlâ bir direniş biçimi haline geldiyse, bu toplumun utanması gereken bir durumdur. Bizler, bu ülkenin vatandaşları olarak denize girmek için kira ödemek zorunda değiliz.
- Her 50 metrede bir işletme olmaz.
- Kum, gölge, duş, soyunma kabini, tuvalet temel ihtiyaçtır ve kamusal hizmet olmalıdır.
- Her belediye, her ilçe, kendi halk plajlarını şeffaf ve halk yararına işletmelidir.
Bir Çağrı: Siyasi Rant Değil, Toplumsal Hak!
Buradan yerel yöneticilere, valilere, bakanlara, vekillere sesleniyorum:
Sahillerin ticari işletmelere peşkeş çekilmesine artık son verin.
Bu işin siyaseti, partisi yok. Bu ülkenin her vatandaşı denize ulaşabilmeli. Turist utanmadan, korkmadan havlusunu serebilmeli. Artık birileri dur demeli.
Çünkü bugün Alanya’da bir turist darp edildi. Yarın belki bir vatandaş itilecek, belki bir çocuk kovalanacak… Biz, sahillerimizi rantçılara teslim edersek, sadece kumumuzu, güneşimizi değil, onurumuzu da kaybederiz.
Unutmayın:
Bir ülkenin özgürlüğü, halkının denizle kurduğu bağda gizlidir.
Ve biz, o bağı kaybediyoruz.
Dur deme zamanı şimdi!